Bu yılın En İyi Belgesel adaylarından Searching for Sugar Man’i izledim. Filmin kahramanı Amerikan folk şarkıcısı Sixto Rodriguez. Rodriguez 70’li yıllarda 2 albüm yapıyor. Müzik adamlarının, eleştirmenlerin bayıldığı, yere göğe sığdıramadığı bu albümler Amerika’da 100 tane bile satmıyor… ve Rodriguez’in müzik hayatı başlamadan bitiyor. Fakat kaderin gizemli bir oyunuyla bu albümler bir şekilde Güney Afrika’ya gidiyor ve evet, burada büyük başarı kazanıp kapış kapış satılıyor. Rodriguez anti-apartheid yıllarının en büyük sembolüne dönüşüyor ve adı Elvis’le beraber anılır hale geliyor.
Masalın yürek burkan sürprizi şurada: İnşaatlarda
çalışıp para kazanan Meksika göçmeni Rodriguez’in bu büyük şöhretten asla
haberi olmuyor. Güney Afrikalılar da Rodriguez’i öldü biliyorlar…
Dünyanın gerçekten
büyük, insanların uzak, iletişimin zahmetli ve bilginin erişilmez olduğu
internetsiz dönemde böyle hikâyeler mümkündü.
İnsanlar sevdiği şarkıları teybe kaydedebilmek için
saatlerce radyo dinlerdi. Şarkıcılar ve oyuncular hakkında bilinen tüm bilgiler
Hayat ve Hey dergilerinin anlattığıyla sınırlıydı. Amerikan filmleri –
kopyaları zor bulunduğu için – Türk sinemalarına orijinal gösterim tarihlerinden
yıllar sonra ulaşırdı. Bütün bunlar şimdi kulağa ne kadar fantastik geliyor?
30-40 yıl öncesinin sinemasever gençleri, şimdi bizim
en bulunmayan filmleri bile tek klikte
izleyebildiğimizi görseler ne düşünürlerdi?
40 yıl öncesinin gençlerini geçtim. Geldiğimiz nokta
zaman zaman beni bile şaşırtıyor.
Yurtdışında yüksek lisans yapıyorum. İnternet
bağlantım okul tarafından filtreleniyor, yani film izlenen/indirilen sitelere
erişimim zor. 3-4 ay boyunca izlemek istediğim bütün filmleri sinemada izledim.
Birçok filmin burada daha erken ve daha yaygın gösterildiğini düşünerek kendimi
mutlu etmeye çalıştım.
Derken geçen ay kısa bir süre için Türkiye’ye döndüm
ve 4 aydır erişemediğim film sitelerine baktım. Oha! Oha! Nasıl bir ortam bu? Daha gösterime girmesine 1 ay olan
Oscar filmleri, kimsenin izlemediği festival filmleri, en merak ettiğim belgeseller!
Hepsi ortalıkta dolaşıyor! Her ağacın altında bir çift, kahkahalar,
haykırışlar, hellolar mellolar!
“Komşular
yetişin adam vuruyolaaar!” çiğliğindeki Rahşan Gülşan tonlamam sizi yanıltmasın! Dijital devrim durdurulamayacak. Her türlü içeriğin istenilen her
yerden özgürce ve yasal olarak bedava
erişileceği bir geleceğe doğru ilerliyoruz.
Ama içimdeki iflah olmaz romantik ve 5 yıldır
aldığım biznıs eğitiminin
öldüremediği saf idealist, filmleri 40 santimlik dizüstü bilgisayarda DVDSCR
kopyalarından izlemenin, sinema perdesinde, en yüksek görüntü kalitesinde ve
salondaki diğer insanların tepkilerini hissederek izlemekle aynı keyfi
vermediğini söylüyor.
Mevzunun her iki tarafı için söylenebilecek o kadar
fazla argüman var ki, tekrar fikrimi değiştirmeden önce bu yazıyı burada
noktalıyorum, ancak bunu giriş farz edin; kesinlikle devam edeceğiz.
Siz
ne düşüyorsunuz? Söylesenize lütfen!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder