Helen
Hunt
1997’de As
Good as It Gets ile tartışmalı bir En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazanan Helen
Hunt, bu ödülü takiben kendini Dr. T
& the Women, What Women Want
gibi sade suya tirit romantik komedilerde silik kadın karakterlerini oynamaya
adamış, 2000’deki Cast Away’den sonra
da azalarak yok olmuştu.
The
Sessions’taki cesur rolüyle bütün yıl çok konuşulan Hunt, bu
muhteşem geri dönüş hikâyesini 15 yıl aradan sonra ilk kez bir Oscar adaylığı
alarak taçlandırdı. Kendisi hakkında dönen muhabbetlerin çoğu filmdeki çıplak
sahnelerle ilgili olsa da, Hunt’ın The
Sessions’ta gösterdiği abartısız ve içten performans, 1997’deki ödülün tesadüf
olmadığını kanıtlıyor en azından.
Joaquin
Phoenix
Klişeleşmiş “Hollywood’un yaramaz çocuğu” sıfatının
en çok yakıştığı isimlerden biri olan Joaquin Phoenix, oyuncu ağabeyi River
Phoenix’i aşırı doza kurban verdiği çalkantılı gençlik dönemini atlatmış gibi
görünüyordu: Gladiator ve Walk the Line ile iki kez Oscar’a aday
olmuş, uluslararası çapta şöhrete kavuşmuştu. Derken bir şeyler oldu. Pheonix 2008’de
oyunculuğu bıraktığını, “artık rap albümleri yapmak istediğini” açıkladı ve adı
tuhaf kazalar, kavgalar ve David Letterman’a verdiği bi’ milyon kafalı söyleşiyle
anılır oldu.
Sonra? Efendim meğerse hepsi oyunmuş. Şöhret ve medyanın
ilişkisiyle ilgili bir film çekiyormuş Phoenix. 2010’da yayınlanan ve sırf meraktan
izlediğim I’m Still Here adlı filmi bir
şeye benzeseydi “aferin, ne cesur oyuncuymuş,” falan derdik belki ama bu
haliyle sadece “tuhaf” olarak tanımlayabiliyoruz kendisini.
Ama her işte bir hayır vardır (silver linings playbook!) derler ya... Phoenix bu tuhaflığını The Master’daki karakterine mükemmel
biçimde yansıtıyor. Çocuksu ama tehlikeli, dengesiz ve sapık ruhlu Freddie
Quell rolü, Joaquin Phoenix’e üçüncü Oscar adaylığını getirdi. Onca tuhaf
maceradan sonra, Phoenix için adaylık bile büyük bir başarı diyebiliriz.
Robert
De Niro
Robert De Niro, The
Godfather Part II, Taxi Driver, Raging Bull gibi sinema tarihinin temel
taşları sayılabilecek filmlerdeki rolleriyle çoktan “efsanevi aktör” statüsüne
erişmiş, ulaşabileceği en üst noktaya ulaşmıştı. Fakat kariyerinin ikinci
yarısında rahat bir emeklilik hayatı yerine, Analyze That, Meet the
Parents gibi ucuz komedi filmleri, bu filmlerin sayısız devam filmleri,
veya 50 Cent’in oyunculuk yaptığı (!) tırt suç filmlerinden oluşan çirkin bir
döneme girdi.
Biraz da bu yüzden, De Niro’nun Silver Linings Playbook’ta yıllar sonra ilk kez azıcık oyunculuk
başarısı göstermesi önemliydi; izleyiciler ve Akademi üyeleri bu büyük oyuncuyu
“büyük” yapan sebepleri yeniden hatırladı ve kendisini gözyaşları içinde
yeniden bağırlarına bastılar. Silver
Linings Playbook elbette Taxi Driver
ve diğerlerinin yanında hatırlanmayacak, ama en azından De Niro’nun kariyerindeki
“çirkin dönemi” unutturur belki.
Bradley
Cooper
Bradley Cooper. The Hangover, The Hangover Part II, All About Steve ve The A-Team gibi filmlerin unutulmaz yıldızı Bradley Cooper.
Bradley Cooper bugün bir En İyi Erkek Oyuncu adayı.
Daniel Day-Lewis ile aynı kategoride yarışıyor.
Daha büyük bir “kazanan” olabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder