Yakın geçmişte seyrettiğimiz biyografik filmleri şöyle bir düşündüm. Mandela: Long Walk to Freedom, Fruitvale Station, Rush, The Butler, Saving Mr. Banks, Lincoln, The Iron Lady, The Fighter, J. Edgar, Milk ve daha niceleri… Ekseriyetle dandik, vasatın üstüne nadiren çıkabilen filmlerle dolu bir liste.
Tanınan, hikâyeleri halka mal olmuş tarihi
figürlerin sinema karakterlerine dönüştürülmesi, kulağa son derece basit,
harika bir fikir gibi gelmiyor mu? Yanlış!
Bu filmlerin neredeyse tamamının işlediği iki
büyük günah var.
BİR:
Karakteri mutlaka haklı gösterip peygamberleştirme
hastalığı (kötü şeyler yapıyorsa bile, “meğerse”
bir bildiği vardır, “aslında” özünde
çok iyidir; hiç olmadı geçmişte yaşadığı bir travmanın sonucu olarak kötülük yapıyordur).
İKİ: Karakterin başından geçen olay
her ne olursa olsun, bunu ilham verici bir hikâye olarak yansıtma
zorunluluğu (eğer Margaret Thatcher
Kuzey İngiltere’deki maden ocaklarını kapatabiliyorsa, siz de bir gün
hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz!).
19. yüzyılda yaşayan İngiliz ressam J. M. W. Turner’ın
hayatını anlatan Mr. Turner, bu iki günahın ikisinden de özenle kaçınıyor.
İngiliz karakter oyuncusu Timothy Spall’un hayat verdiği Bay Turner, çoğunlukla suratsız,
etrafındaki insanların kıymetini bilmeyen, sanatı dışındaki herhangi bir şeye
nadiren ilgi gösteren, düz ifade etmek gerekirse antipatik bir karakter. Usta yönetmen Mike Leigh’nin bu karakter etrafında ördüğü film de, düşük tempolu,
inanılmaz zengin ve detaylı bir karakter çalışması – kesinlikle “mutlu etmek, ilham vermek” gibi bir
derdi yok.
Bunun anlamı şu: Mr.
Turner, hiçbir zaman yukarda saydığım filmler kadar dikkat çekmeyecek ve
ödüllere oynamayacak. Ama Spall’un başını çektiği müthiş, müthiş oyuncu
kadrosu, her kadrajın ayrı bir yağlı
boya tablo olduğu, nefes kesen görüntü yönetimiyle, izleyenlerin aklından
yıllarca çıkmayacak.
Bu yılın en tatmin edici 150 dakikası diyebilirim.
10
üzerinden 9,5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder