Silver Linings Playbook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Silver Linings Playbook etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2013 Cumartesi

Oscar 2013: Kazananlar

Helen Hunt


1997’de As Good as It Gets ile tartışmalı bir En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazanan Helen Hunt, bu ödülü takiben kendini Dr. T & the Women, What Women Want gibi sade suya tirit romantik komedilerde silik kadın karakterlerini oynamaya adamış, 2000’deki Cast Away’den sonra da azalarak yok olmuştu.

The Sessions’taki cesur rolüyle bütün yıl çok konuşulan Hunt, bu muhteşem geri dönüş hikâyesini 15 yıl aradan sonra ilk kez bir Oscar adaylığı alarak taçlandırdı. Kendisi hakkında dönen muhabbetlerin çoğu filmdeki çıplak sahnelerle ilgili olsa da, Hunt’ın The Sessions’ta gösterdiği abartısız ve içten performans, 1997’deki ödülün tesadüf olmadığını kanıtlıyor en azından.

Joaquin Phoenix


Klişeleşmiş “Hollywood’un yaramaz çocuğu” sıfatının en çok yakıştığı isimlerden biri olan Joaquin Phoenix, oyuncu ağabeyi River Phoenix’i aşırı doza kurban verdiği çalkantılı gençlik dönemini atlatmış gibi görünüyordu: Gladiator ve Walk the Line ile iki kez Oscar’a aday olmuş, uluslararası çapta şöhrete kavuşmuştu. Derken bir şeyler oldu. Pheonix 2008’de oyunculuğu bıraktığını, “artık rap albümleri yapmak istediğini” açıkladı ve adı tuhaf kazalar, kavgalar ve David Letterman’a verdiği bi’ milyon kafalı söyleşiyle anılır oldu.

Sonra? Efendim meğerse hepsi oyunmuş. Şöhret ve medyanın ilişkisiyle ilgili bir film çekiyormuş Phoenix. 2010’da yayınlanan ve sırf meraktan izlediğim I’m Still Here adlı filmi bir şeye benzeseydi “aferin, ne cesur oyuncuymuş,” falan derdik belki ama bu haliyle sadece “tuhaf” olarak tanımlayabiliyoruz kendisini.

Ama her işte bir hayır vardır (silver linings playbook!) derler ya... Phoenix bu tuhaflığını The Master’daki karakterine mükemmel biçimde yansıtıyor. Çocuksu ama tehlikeli, dengesiz ve sapık ruhlu Freddie Quell rolü, Joaquin Phoenix’e üçüncü Oscar adaylığını getirdi. Onca tuhaf maceradan sonra, Phoenix için adaylık bile büyük bir başarı diyebiliriz.

Robert De Niro


Robert De Niro, The Godfather Part II, Taxi Driver, Raging Bull gibi sinema tarihinin temel taşları sayılabilecek filmlerdeki rolleriyle çoktan “efsanevi aktör” statüsüne erişmiş, ulaşabileceği en üst noktaya ulaşmıştı. Fakat kariyerinin ikinci yarısında rahat bir emeklilik hayatı yerine, Analyze That, Meet the Parents gibi ucuz komedi filmleri, bu filmlerin sayısız devam filmleri, veya 50 Cent’in oyunculuk yaptığı (!) tırt suç filmlerinden oluşan çirkin bir döneme girdi.

Biraz da bu yüzden, De Niro’nun Silver Linings Playbook’ta yıllar sonra ilk kez azıcık oyunculuk başarısı göstermesi önemliydi; izleyiciler ve Akademi üyeleri bu büyük oyuncuyu “büyük” yapan sebepleri yeniden hatırladı ve kendisini gözyaşları içinde yeniden bağırlarına bastılar. Silver Linings Playbook elbette Taxi Driver ve diğerlerinin yanında hatırlanmayacak, ama en azından De Niro’nun kariyerindeki “çirkin dönemi” unutturur belki.

Bradley Cooper


Bradley Cooper. The Hangover, The Hangover Part II, All About Steve ve The A-Team gibi filmlerin unutulmaz yıldızı Bradley Cooper.

Bradley Cooper bugün bir En İyi Erkek Oyuncu adayı.

Daniel Day-Lewis ile aynı kategoride yarışıyor.

Daha büyük bir “kazanan” olabilir mi?

1 Aralık 2012 Cumartesi

Sinema: Silver Linings Playbook


Çabuk yargılayan bir insan değilim. Ama bir yargıya vardığım zaman benim için olay bitiyor. Kendimi o konu (veya kişi) hakkındaki her türlü yeni bilgiye kapatıyorum. Hiçbir şey beni vardığım yargının aksine ikna edemiyor. Ha şimdi bunu kötü bir şey gibi anlattım ama şimdiye kadar yanıldığımı hiç hatırlamıyorum! Ayrıca ilk cümlede yalan söyledim – çok çabuk yargılarım! Böyle de ukala, yalancı, sevilmeyesi bir insanım!

Bir film yazısına daha tamamen alakasız bir muhabbetle başladığıma göre artık rahatlayabilirim! Bu alışkanlığım yüzünden okuyucu kaybettiğime eminim ama bu tarza çok alıştım (ayrıca içimi dökmeye ihtiyacım var).

Ama durun, her zamanki gibi (?) alakalı bir noktaya bağlamaya çalışacağım. İşte bu özelliğimin bir sonucu olarak, oyuncuları/şarkıcıları da çok çabuk yargılayıp defterimden sonsuza dek silebiliyorum – mesela benim için yeryüzünde Lady Gaga adında bir şarkıcı yok, ve Bradley Cooper dünyanın en gereksiz ve yeteneksiz oyuncularından biri!

Kendisinin başrolünde oynadığı Silver Linings Playbook’a da tamamen bu düşüncelerle gittim; Hollywood’un The Hangover’dan beri anlaşılmaz biçimde şişirmeye çalıştığı bu tırt oyuncuya iki saat katlanabilecek miydim? Üstelik önyargılarım sadece Cooper ile sınırlı değildi: Yönetmen David O. Russell hakkında da etiketlerim hazırdı, “iyi bir yönetmen ama tarzı yok” diye düşünüyordum. Hatta diğer başrol oyuncusu Jennifer Lawrence bile birazcık sorunluydu; Winter’s Bone’da hayran kaldığım oyuncuyu, The Hunger Games’teki acayip donuk (ve tek bir surat ifadesinden oluşan) performansını gördükten sonra listemde Kristen Stewart seviyesine indirmeye hazırdım!

İşte bu yüzden Silver Linings Playbook çok hoş bir sürpriz oldu. Aslında çok tuhaf bir film var karşımızda. Ama sevimli bir tuhaflık bu!

Evliliği acı verici bir şekilde sona eren Pat (Bradley Cooper), yaşadığı psikolojik sorunlar yüzünden mahkeme kararıyla gönderildiği tedavi merkezinden 8 ay sonra çıkarılır ve baba evine geri döner. Alabildiğine dengesiz, ani öfke patlamaları yaşayan, gerçekleri olduğu gibi görebilme yetisinden yoksun olan Pat, bir şekilde karısını yeniden elde edebileceğine inandırmıştır kendini. Futbol delisi bahisçi babası (Robert De Niro) ile hiç anlaşamaz. Fedakâr anne Dolores (Jacki Weaver) hep bu ikilinin tartışmalarının ortasında kalır.

Pat böyle içler acısı bir haldeyken, hayatına yeni ve çok farklı biri girer: Tiffany (Jennifer Lawrence). Tiffany, en az Pat kadar sorunludur: Yeni dul kalmıştır ve aynı Pat gibi dengesiz, ne zaman ne yapacağı belli olmayan, tehlikeli bir “delidir”… Sonrasını tek cümleyle özetlemek gerekirse: Çivi çiviyi söker…

Silver Linings Playbook, hayatın sillesini yemiş iki “delinin” birbirini iyileştirmesini anlatıyor gibi görünse de, verdiği mesaj aslında herkesin “deli” olduğu. Hayatta ileriye gitmenin tek yolunun, bu “deliliği” kabullenmekten geçtiği.

Yönetmen David O. Russell, filmine arka plan olarak aynı anda hem Amerikan futbolu ve bahis kültürünü, hem de salon dansçılığını kullanacak kadar çılgın; ama bu çok zıt kültür öğelerinden sıcak bir aile filmi / romantik komedi (veya “dramedi”) çıkaracak kadar becerikli. Görünüşe göre o da deliliğini kabullenmiş ve bu sayede hikâye anlatımında çok cesur bir iş çıkarmış.

Gerçekten de, bütün bu dengesiz karakterler ve kâğıt üzerinde son derece zayıf görünen olay örgüsü, çok kolay bir biçimde saçma ve absürt bir filme dönüşebilecekken, ortaya çıkan film tam aksine, şaşırtıcı biçimde tutarlı ve akıcı.

“Donuk surat” Jennifer Lawrence deli rolünü oynamak için sonunda bütün zincirlerinden kurtulmuş, parlamış ve kısa kariyerinin zirvesine ulaşmış. Robert De Niro ve Jacki Weaver anne baba rolünde karikatüre kaçmadan büyük oynamışlar. Tırt Bradley Cooper bile tahammül edilebilir bir oyunculuk sergilemiş!

Hem akıllı bir beyne, hem de samimi bir ruha sahip, ciddi bir romantik komediye hasret kaldıysanız, ilacınız burada. Ortada çığır açan, heyecan verici bir şey yok ama birazcık “sevimli deliliği” hangimiz sevmez ki?

10 üzerinden 8

Not: Silver Linings Playbook isminin Türkçe anlamı biraz zor. Gene de olabildiğince iyi niyetle Türkçe’ye Umut Işığım diye çevrilmiş. Bizim dağıtımcılardan Aşkın Gücü, Deli Aşıklar falan gibi basit bir çeviri bekliyordum, beni mahcup ettiler. Yine de ben olsaydım Bardağın Dolu Tarafını Görme Rehberi diye çevirirdim… (ve muhtemelen kimse izlemezdi!)