Kazananlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kazananlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2013 Cumartesi

2014 Oscar Ödülleri! (Bölüm 1)

Kültürel hafızanın neredeyse kaybolduğu, “popüler” denilen her şeyin çabucak tüketilip bitirildiği bu dijital dönemde, hala Argo’dan, Silver Linings Playbook’tan bahsetmek isteyen varsa, bu yazı onlar için değil. Çünkü 2014 Oscar Ödül Töreni’ni konuşmak için geç bile kaldık!

Aslında bu yazıyı yazma fikri beni acayip geriyor. 2014 diyoruz yahu. Resmen hayatın “yaşanma hızı” karşısında dehşete düşmekteyim. “Zaman ne kadar nankör ve acımasız!” diye edebiyat parçalayasım geliyor.

Bütün bu stres karşısında azıcık rahatlamak ve zamanı – biraz olsun – yavaşlatmak ihtiyacı duyduğumuzda, kendimize basit ve hafif bir hobi ediniriz ya… İşte benimki “sinema ve Oscarlar”. Nispeten ucuz, fazla fiziksel enerji gerektirmeyen ve hayli asosyal bir hobi!

2014’te bu filmlerden hangisi ne ödül alacak orasını bilemiyorum ama bu saçma ilgi alanına yine aylarımı harcayacağıma eminim. Pişman değilim!

August: Osage County


“Kaçın lan kaçın sahibi geldi!”

Bu film hakkında diyecek daha uygun bir söz bulamıyorum. Tony ve Pulitzer ödüllü bir oyundan uyarlama, başrolde “kasabanın şerifi” Meryl Streep, yanında Oscar ödüllü Julia Roberts, Chris Cooper (Adaptation.), Oscar adayı Abigail Breslin (Little Miss Sunshine), Juliette Lewis (Cape Fear), Sam Shepard (The Right Stuff), yetmediyse bir adet Ewan McGregor ve Benedict “Sherlock” Cumberbatch! Yapımcılar George Clooney, Grant Heslov (Argo) ve tüm zamanların en hırslı Oscar avcısı distribütörü Harvey Weinstein (Shakespeare in Love, The King’s Speech, The Artist, Silver Linings Playbook).

Filmin “komedi / drama” türünde olması ödül şansını azaltıyor olabilir. Benzer kategorideki Silver Linings Playbook bu sene sekiz dalda aday olup sadece birini kazanabilmişti. Ayrıca “Meryl Streep’e yeterince ödül verilmedi mi?” lobisinin bu sene fazla mesai yapacağına emin olabiliriz (Meryl Streep’e kaç tane ödül verilse yeter ki?!).

Ayrıca, tek bir sahne veya fotoğraf görmediğimize göre, filmin gayet boktan çıkma olasılığı da var! (Sadece sette çekilen şu resmi bulabildim.)

Ama an itibariyle kağıt üstünde daha iyisi yok.

Labor Day


Aha bir diğer “sahibi” de burada. 2008 yılında The Reader ile Oscar’ı kucaklayana kadar resmen bir tarafını yırtan Kate Winslet, o zamandan beri ilginç biçimde çok az çalıştı (mini dizi Mildred Pierce, Carnage ve Contagion’daki yan rol – hepsi bu).

Bu nedenle kendisinin Jason Reitman yönetmenliğindeki (Juno, Up in the Air) bu dönem romanı uyarlamasında başrol oynuyor olması büyük bir olay sayılabilir. Seksenlerde geçen film, yalnız yaşayan depresif anne ve oğlunun, günün birinde yaralı bir yabancıyı (Josh Brolin, No Country for Old Men, Milk) evlerine kabul etmeleri ile değişen hayatlarını anlatıyor.

Reitman seveni olduğu kadar sevmeyeni de bol olan, ödül sicili tutarsız bir yönetmen. Geçen seneki Young Adult’ın akıbeti gibi, bu filmin de Oscar gürültüsünde kaybolup gitmesi çok olası. Kate Winslet faktörünü bir kenara yazıp beklemek en iyisi herhalde.

Fruitvale


2008’i 2009’a bağlayan yılbaşı gecesi California’da arkadaşlarıyla eğlenmek için dışarı çıkan 25 yaşındaki siyahi genç adam, eğlence dönüşü trende bir kavgaya karışır ve “polise direndiği” için vurularak öldürülür. Tetiği çeken polis sonradan “Silahı var sandım,” diyecektir, oysa 25 yaşındaki Oscar Grant tamamen silahsızdır…

Irkçılığın günlük yaşamda hala devam etmesi, önyargılarımız ve polis şiddetiyle ilgili çok fazla şey anlatan bu gerçek olay, bir Oscar filmi için gereken bütün öğelere sahip! Nitekim genç yönetmen Ryan Coogler’ın ilk filmi geçtiğimiz ayki festival galasında pek beğenilmiş, o kadar acıklıymış ki salonda ağlamayan kimse kalmamış. Aman ne harika!

Başroldeki genç oyuncu Michael B. Jordan ve kurbanın annesi Octavia Spencer (The Help) için mutlaka ödül muhabbeti dönecektir. Filmin kendisi bence ikinci bir The Blind Side vakası olacak; ama aynı ucuz ve yüzeysel seviyeye inebiliyor mu, hep beraber göreceğiz. Filmin Oscar kampanyasını Harvey Weinstein’ın yöneteceğini ayrıca not düşelim.


DEVAM EDECEK

İKİNCİ BÖLÜMDE: Gelecek senenin “Tipimi değiştirdim ve çok sevilen tarihi bir figürü canlandırıyorum, o yüzden Oscar almalıyım,” kurnazları kim?!

23 Şubat 2013 Cumartesi

Oscar 2013: Kazananlar

Helen Hunt


1997’de As Good as It Gets ile tartışmalı bir En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazanan Helen Hunt, bu ödülü takiben kendini Dr. T & the Women, What Women Want gibi sade suya tirit romantik komedilerde silik kadın karakterlerini oynamaya adamış, 2000’deki Cast Away’den sonra da azalarak yok olmuştu.

The Sessions’taki cesur rolüyle bütün yıl çok konuşulan Hunt, bu muhteşem geri dönüş hikâyesini 15 yıl aradan sonra ilk kez bir Oscar adaylığı alarak taçlandırdı. Kendisi hakkında dönen muhabbetlerin çoğu filmdeki çıplak sahnelerle ilgili olsa da, Hunt’ın The Sessions’ta gösterdiği abartısız ve içten performans, 1997’deki ödülün tesadüf olmadığını kanıtlıyor en azından.

Joaquin Phoenix


Klişeleşmiş “Hollywood’un yaramaz çocuğu” sıfatının en çok yakıştığı isimlerden biri olan Joaquin Phoenix, oyuncu ağabeyi River Phoenix’i aşırı doza kurban verdiği çalkantılı gençlik dönemini atlatmış gibi görünüyordu: Gladiator ve Walk the Line ile iki kez Oscar’a aday olmuş, uluslararası çapta şöhrete kavuşmuştu. Derken bir şeyler oldu. Pheonix 2008’de oyunculuğu bıraktığını, “artık rap albümleri yapmak istediğini” açıkladı ve adı tuhaf kazalar, kavgalar ve David Letterman’a verdiği bi’ milyon kafalı söyleşiyle anılır oldu.

Sonra? Efendim meğerse hepsi oyunmuş. Şöhret ve medyanın ilişkisiyle ilgili bir film çekiyormuş Phoenix. 2010’da yayınlanan ve sırf meraktan izlediğim I’m Still Here adlı filmi bir şeye benzeseydi “aferin, ne cesur oyuncuymuş,” falan derdik belki ama bu haliyle sadece “tuhaf” olarak tanımlayabiliyoruz kendisini.

Ama her işte bir hayır vardır (silver linings playbook!) derler ya... Phoenix bu tuhaflığını The Master’daki karakterine mükemmel biçimde yansıtıyor. Çocuksu ama tehlikeli, dengesiz ve sapık ruhlu Freddie Quell rolü, Joaquin Phoenix’e üçüncü Oscar adaylığını getirdi. Onca tuhaf maceradan sonra, Phoenix için adaylık bile büyük bir başarı diyebiliriz.

Robert De Niro


Robert De Niro, The Godfather Part II, Taxi Driver, Raging Bull gibi sinema tarihinin temel taşları sayılabilecek filmlerdeki rolleriyle çoktan “efsanevi aktör” statüsüne erişmiş, ulaşabileceği en üst noktaya ulaşmıştı. Fakat kariyerinin ikinci yarısında rahat bir emeklilik hayatı yerine, Analyze That, Meet the Parents gibi ucuz komedi filmleri, bu filmlerin sayısız devam filmleri, veya 50 Cent’in oyunculuk yaptığı (!) tırt suç filmlerinden oluşan çirkin bir döneme girdi.

Biraz da bu yüzden, De Niro’nun Silver Linings Playbook’ta yıllar sonra ilk kez azıcık oyunculuk başarısı göstermesi önemliydi; izleyiciler ve Akademi üyeleri bu büyük oyuncuyu “büyük” yapan sebepleri yeniden hatırladı ve kendisini gözyaşları içinde yeniden bağırlarına bastılar. Silver Linings Playbook elbette Taxi Driver ve diğerlerinin yanında hatırlanmayacak, ama en azından De Niro’nun kariyerindeki “çirkin dönemi” unutturur belki.

Bradley Cooper


Bradley Cooper. The Hangover, The Hangover Part II, All About Steve ve The A-Team gibi filmlerin unutulmaz yıldızı Bradley Cooper.

Bradley Cooper bugün bir En İyi Erkek Oyuncu adayı.

Daniel Day-Lewis ile aynı kategoride yarışıyor.

Daha büyük bir “kazanan” olabilir mi?