21 Ocak 2012 Cumartesi

Sinema: The Girl with the Dragon Tattoo


David Fincher, Hollywood’un klasik stüdyo sistemi içinde hareket etmesine rağmen elinden geldiğince provakatif filmler çeken, “asi yönetmen” havalarında takılan iyi niyetli bir arkadaşımızdı. Sonra birileri bunu gaza getirip “Olm kimler kimler Oscar aldı bi tek sen kaldın lan” falan demiş olmalı ki, arka arkaya son derece seyirci dostu diyebileceğimiz, standart stüdyo filmi normlarına indirgenmiş (dizginlenmiş) iki film çekti: The Curious Case of Benjamin Button ve The Social Network. Seven ve Fight Club’ın yüzüne bile bakmayan ödül çevresi, bu iki filmi de (biri fantastik öğelerle süslü yeni nesil bir Forrest Gump, diğeri de üzerinden 1 sene geçmesine rağmen son derece kötü eskiyen bir “kalabalıklar içindeki yalnızlık” güzellemesi) bağrına bastı, özellikle The Social Network Fincher’ı o çok istediği En İyi Yönetmen Oscar’ına çok yaklaştırdı, ama olmadı. (The King’s Speech, heh.)

Peki Fincher artık pes etti diyebilir miyiz? Açıkçası öyle görünüyor. Yeni filmi The Girl with the Dragon Tattoo, Benjamin Button ve The Social Network’e kıyasla daha “Fincher” bir film. Ama yönetmenin en iyi işlerinden biri değil.

Araştırmacı gazeteci Mikael Blomkvist (Daniel Craig), zengin ve köklü Vanger ailesi tarafından, yıllar önce yaşanan trajik ve gizemli bir cinayeti incelemesi için görevlendirilir. Aile fertleriyle konuşarak, eski fotoğraf ve belgeleri inceleyerek geçmişin izini süren Blomkvist, bir yardımcıya ihtiyaç duyduğunda, karanlık bir geçmişe sahip “profesyonel” dedektif Lisbeth Salander (Rooney Mara) ile tanışacaktır.

“New York Times en çok okunanlar listesinde 1 numaraaa, bütün Avrupa bu kitabı konuşuyorrr, Allah Allahhhh!” diye reklamı yapılan çoğu kitabı okumayı reddettiğim için, Ejderha Dövmeli Kız kitabına da aşina değilim. Kitabın konusu hakkında filmin üzerinden bir yargılama yapmak istemem açıkçası. Ama Lisbeth karakterini çıkardığınızda geriye kalan konu, son derece basit bir “kendisiyle hiçbir alakası olmadığı halde (nedense) gurur meselesi haline getirdiği gizemli cinayeti çözmek için adeta kendini paralayan özgüven yoksunu mutsuz polis/gazeteci/avukat” hikâyesi! Elbette arka plandaki bir takım detaylar (yolsuzluğa bulaşan milyarder Wennerström, İncil ayetlerine göre işlenen cinayetler, Vanger ailesindeki Nazi lekeleri ve Lisbeth’in şerefsiz vasisi Bjurman), filme Fincher filmlerine özgü bir düzen eleştirisi, ahlak tartışması alt metnini ekliyor ama, filmin özü gerçekten hiç de yaratıcı değil.

Ama işte neyse ki Lisbeth Salander karakteri var.

Lisbeth, ilk birkaç sahnede pasif karakterli, mutsuz bir emo (!) gibi gözükse de, yıllardır içinde biriktirdiği (ve haklı olarak herkesten sakladığı) deliliğini dışarıya vurduğu ilk anlardan itibaren, filmin sonuna kadar üssel biçimde ilginçleşen, etkileyici ve karizmatik birine dönüşüyor. Korkutucu dış görünüşünün ve dışarıya yansıttığı soğuk, ruhsuz, erişilmez tavırlarının arkasında; hassas ve kırılgan bir genç kız olduğunu düşünmeden duramıyorsunuz. Dahası, Lisbeth aynı zamanda bir feminist; cinselliğini bir erkek kadar baskın ve cüretkâr yaşayabilen, Vanger ailesinin “cinayete kurban giden genç kız” davasını tamamen “erkeklerden intikam alma” motivasyonu ile kabul eden, gerçek bir feminist. (Lisbeth’in içindeki “feminist” taraf, yıllardır bastırmaya çalıştığı “dengesiz ve çılgın” tarafıyla aynı anda su yüzüne çıkıyor. Bu açıdan film, feminizme “akıllının yapacağı iş değil” gibi bir etiket yapıştırıyor denebilir.) Rooney Mara, abartıya kaçmadan, yılın en ilgi çekici karakterlerinden birini yaratıyor.

Peki Lisbeth Salander, The Girl with the Dragon Tattoo’ya yetiyor mu?

Yetiyor diyebiliriz. Orijinallikten uzak konusuna ve birtakım senaryo zorlamalarına rağmen, yarattığı karanlık atmosfer, gerilim sahnelerinin harika kurgulanışı, mükemmel açılış jeneriği ve Lisbeth Salander rolündeki Rooney Mara derken, bir şekilde kendini izleten bir film olmuş. Yönetmen David Fincher bu filmde elindeki zayıf materyalin kurbanı olmuş olsa bile, azıcık akıllı olup “Olm Ron Howard’a bile Oscar verdiler lannn” diyen panpalarını dinlemezse, bir sonraki filminde eski formuna dönebileceğinin sinyallerini vermiş.


10 üzerinden 7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder