5.
Tim’s Vermeer
Bu leziz belgesel pek izleyici bulamadı sanırım. Hollandalı
ünlü on yedinci yüzyıl ressamı Johannes
Vermeer’in (“İnci Küpeli Kız”) foto-realistik denebilecek gerçeklikteki
eserlerini bir çeşit optik hile
yardımıyla tamamladığını iddia eden Tim
Jenison’ı takip ediyoruz. Jenison, bu iddiasını kanıtlamak için Vermeer’in
“Müzik Dersi” adlı eserini aynı optik hileyle yeniden yaratıyor. Resim ve sanat
tarihine ilgi duyanlar için mükemmel bir dedektiflik serüveni diyebiliriz.
4.
Blue Jasmine
Şimdiye kadar izlediğim Woody Allen filmleri
arasında “çok çok beğendiğim” veya “tamamen nefret ettiğim” hiçbir film olmadı.
“Woody Allen aaabi, tam New York
kafası,” fetişim yoktur yani. Blue
Jasmine farklı. Cate Blanchett’in yavaş yavaş çözülen “kaybeden kadın”
portresi bu sene izlediklerim içinde apayrı bir yerde, uzay kategorisinde. Yazısı burada.
3.
The World's End
Evet, bu yıl en beğendiğim üçüncü film bir “komedi / aksiyon filmi”. Listeyi
tamamen önyargısız oluşturduğumu söylemiştim. Hiç kompleks yapmaya gerek yok.
“Komedi / aksiyon” etiketinin çok üstüne çıkan cin fikirli olay örgüsü ve
özünde “büyümeyi” anlatan
hikâyesiyle (zayıf noktamdır) yılın en keyifli seyirliğiydi The World’s End.
2.
The Wind Rises
Alıştırdığından daha “yetişkin ve ciddi” bir konuyu,
buna uygun bir üslupla anlatan Miyazaki, sevenlerini ikiye böldü sanırım –
beraber izlediğim anime sever
arkadaşım “fazla gerçekçi olmuş, normal dram gibiydi!” diye çemkirdi mesela;
ama ben beklentimin çok çok üstünde memnun kaldım. “Normal dram gibi” bir
hikâyenin, rüya gibi renkler ve görsellerle adeta coşturulması müthiş bir sinema başarısı değil midir?
1.
Before Midnight
18 yıllık bir geçmişe sahip karakterlerin hikâyesini
devam ettirmek bir yazar için büyük bir nimet olsa gerek. Yönetmen Richard
Linklater ve oyuncular Ethan Hawke ve Julie Delpy, karakterlerin özüne sadık
kalarak kusursuz bir üçleme finali yazmışlar (final olduğunu bilmiyoruz aslında
ama bana göre öyle olmalı). Kağıt üzerinde “romantik
bir fantezi” gibi görünse de, bana göre sevgiyi ve hayatı anlatan en
gerçekçi film (serisi) budur. Bir benzeri daha gelir mi bilinmez, diyecektim
ki, yönetmen Linklater’ın bu seneki filmi Boyhood
“hepsi ve daha fazlası” olarak
başımı döndürdü.
Adını anmaya değer bulduklarım:
Rush
Gravity
Saving Mr. Banks
The Place Beyond
the Pines
Le Passé
All Is Lost
The Square
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder