İstanbul Film Festivali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul Film Festivali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mart 2014 Pazar

Sinema izleyicisi için sezon finali



Ekim ayında Türkiye’de sinema izleyicisi olmak ve film festivalleriyle ilgili oldukça karamsar bir yazı yazmıştım. Bu yılın Oscar adaylarından bahsederken de bu filmlere Türkiye’de yasal ortamlardan ulaşmanın zorluğundan yakınmıştım.

Aslında değişen pek bir şey yok da… O karamsar tonu biraz yumuşatacağım. Son aylarda olan biteni takip ederek ne kadar bezmiş, tiksinmiş, yılmış olursanız olun, “bu ülkede iyi şeyler de oluyor.”

Başka Sinema gibi bir oluşumun hayata geçmesi olsun, Uluslararası Bağımsız Film Festivali sayesinde yurtdışında bile yeni yeni gösterilen “merak unsuru” filmlerin izleyicilerle buluşması olsun; o umutsuz ruh halimi kovuşturdu biraz. (Cidden – çok çok beğendiğim ve önümüzdeki sene adını çok duyacağımıza inandığım Boyhood filmini Sundance ve Berlin’den sonra ilk olarak İstanbul izleyicisi izlemiş oldu; önemli şeyler bunlar.)

Evet, “iyi filme” sinemada ulaşmak kolay değil. Evet, sinemada iyi film arayan bilinçli izleyici de çok az.

Hatta bırakın bunları yahu. Bilinçli vatandaşların dahi kaba kuvvetle susturulmak istendiği bir iklimdeyiz. Ülkenin aydınları politik, zenginleri dokunulmaz, dokunulmazları zengin olmuş. Demokrasisi fiilen bitmiş.

Buna rağmen, her şeye rağmen, kültür ve sanat etkinliklerine ilgi gösterip bilet alan insanları festival salonlarında gördükçe çok farklı şeyler hissediyorum.

Sanırım demek istediğim şey… daha kötü durumda da olabilirdik?

*

Kişisel olarak, keyifli bir “sinema yılı” yaşadım denebilir. İzlemek isteyip de izleyemediğim son birkaç film kaldı; onları da tamamlayıp 2013 yılının en sevdiğim filmleri önümüzdeki haftalar içinde sıralayacağım.

3 Ekim 2013 Perşembe

Filmekimi 2013


“Türk entelijansiyası” festival açlığı çekiyor olmalı efendim. Filmekimi seansları bu yıl da cinsel içerikli sahneleri “cık cık”layan teyzeler, patlamış mısırsız film izleyemeyen öğrenci grupları, insanların isteyip de yer bulamadığı filmlerden sıkılıp bir saat geçmeden salonu terk eden gergin çiftlerle dolup taşıyor!

Aslında bu tavrın biraz acımasız, hatta faşistçe olduğunun bilincindeyim. Sonuçta herkes istediği filmi izlemeye gidebilir. Ben kimim ki insanları böylesine kabaca yargılayayım, etiketleyeyim.

Yargılanması gereken biri varsa bu İKSV’dir. Hatta böyle festivalleri çoğaltabilecek güçte olup da hiçbir çaba göstermeyen bütün kurumlardır.

Zira ilk cümlemin arkasındayım. Türkiye’de bir festival açlığı var. Dikkatinizi çekeyim, festival filmi açlığı demiyorum. Festival açlığı diyorum. Normal gösterimlerde boş salonlara oynayacak filmler, festival kapsamında gösterildiğinde (üstüme vazife olmayan şekilde ayıpladığım) bu grupların dahi ilgisini çekebiliyorsa, ortada karşılanmamış bir talep var demektir.

Özellikle yabancı filmler için “aman, sonra internetten izlerim” demenin çok çok kolay olduğu bu dönemde, festivaller “film izlemek” etkinliğinin yeniden sosyal bir aktiviteye dönüşmesine vesile oluyorlar.

Bu hafta gayet merkezi bir sinemada, Woody Allen’ın yeni filmi Blue Jasmine’i salonda 1 (bir) kişi olarak izledim. Bunun zevki de ayrı, kabul. Ama kalabalık bir sinemada, pek de bilinmeyen bir filmi, diğer seyircilerin şaşkınlık, korku, üzüntü gibi anlık tepkilerini hissederek, ortak bir keşif duygusuyla izlemek gibisi var mı? Festivaller bunu sağlıyor işte.

Varsın doluşsun patlamış mısırcılar, teyzeler, gergin çiftler. Yeter ki Türk seyircisi bir araya gelsin, sinemaları doldursunlar.

Gerçi ne desek boş. İstanbul Film Festivali Direktörü’nün bile “filmlere bilet bulamıyorlarsa daha sonra normal dağıtıma girince izlesinler, hahhayt!” diyebilecek kadar toplumdan kopuk olduğu bir kültür ortamında nefes alıyoruz. Bize bu kadarı da fazla bile galiba.