Her geçen yıl daha karamsar, daha alaycı, hiçbir şeyin samimiyetine inanmayan bir sinema seyircisi oluyorum sanırım. Bu sene katıldığım Filmekimi gösterimlerinin neredeyse tamamında gözlerimi devirirken, oflayıp puflarken, son derece gergin / dramatik sahnelerde kıkırdarken buldum kendimi.
İşte böyle bir ruh halindeyken Blue Jasmine’i izledim.
Normalde Woody Allen filmlerine de
tedbirli yaklaşırım. Üretken yönetmenin son dönem filmografisinde her Midnight in Paris için bir To Rome With Love, her Vicky Cristina Barcelona için bir Whatever Works ile karşılaşmak mümkün
zira.
Fakat
Blue Jasmine ünlü yönetmenin upuzun
kariyerindeki en parlak anlardan biri olmuş. Acıtan bir
dürüstlükle yazılmış senaryo, baş karakter Jasmine’in dibe vurma hikâyesini sıkmadan,
ustalıkla anlatıyor ve şaşırtıcı biçimde karanlık sonuyla seyircinin konvansiyonel
drama finali beklentilerini alaşağı ediyor.
Jasmine karakterinin gelgitlerini inanılmaz güçlü
bir şekilde aktaran Cate Blanchett’i
izlemek tarifsiz, doyumsuz bir keyif. Yıllardır bir kadın oyuncunun
performansından bu kadar etkilenmemiştim. İki
saat daha oynasa oturur izlerdim, o derece. Sırf o da değil, yan rollerdeki
Sally Hawkins (Happy-Go-Lucky), Alec
Baldwin (30 Rock), Bobby Cannavale (Boardwalk Empire) de leziz senaryonun
hakkını vermişler.
Mutlu oldum; içimdeki duygusal sinema seyircisi ölmemiş çünkü. İzlediği her filme bir kulp bulan kindar bir entele dönüşmekten
korkuyordum! Ama yok. Allen ve Blanchett’in, aslında sevilebilir hiçbir
yanı olmayan bir karakterin, empati kurması son derece zor hikâyesini, bir
buçuk saat boyunca üzerek, güldürerek, merak ettirerek anlatabilme maharetine
hayran kaldım.
10
üzerinden 9,5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder