Her sene televizyonda Oscar Ödül Töreni yayınını izlerken NTV’nin gösterdiği çabayı anlıyorum, takdir ediyorum ama genellikle
çok acayip sinirleniyorum! Koltukları tekmeleyesim geliyor. Sebebi de Tuğrul Eryılmaz’dan başkası değil!
Tuğrul
Bey’in
sinema birikimi yüksek, üslubu kuvvetli bir gazeteci olduğuna şüphem yok. Fakat
sahip olduğu ve olabileceği bütün bu üstün meziyetler, kendisinin modern
popüler sinema bilgisinden yoksun veya Hollywood stüdyo sisteminin nasıl
işlediğinden bihaber, hırçın bir
“dinozor” olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Sadece geçen seneki yayında bile, The
Artist’in başarısından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirmek adına, “Zaten bu filmlere kimse gitmiyor, giden de
parasını geri istiyor,” yorumunu yaparak Demet Akalın seviyesine inen, Jean
Dujardin’in ödül almasına kızarak “Bu
adamdan hiçbir şey olmaz. Göreceksiniz birkaç seneye kaybolup gidecek, bakın
birkaç sene önceki Marion Cotillard’a ne oldu, kaybolup gitti!” diyen, bambaşka
bir kafa var karşımızda!
Ailecek gittiğiniz düğünde çabucak kafayı bulup
rezalet çıkaran sarhoş amcanız gibi, bütün geceyi zehir etmişti Tuğrul Bey!
“Kaybolup
gitti!” dediği Marion
Cotillard’ın Oscar kazandıktan sonra Inception ve The Dark Knight Rises
gibi devasa gişe filmlerinde başrol oynadığını, Nine, Midnight
In Paris gibi filmlerle birçok ödüle aday gösterildiğini, yetmezmiş
gibi bu sene de Rust and Bone ile ikinci bir En İyi Kadın Oyuncu adaylığına çok yakın olduğunu duysa, ne derdi
acaba?
Kendisinin bu satırları okuyacağını tahmin etmiyoruz
ama gene de buradan belirtmiş olalım: Evet, Marion Cotillard, Rust and Bone’daki oyunculuğu ile yeni
bir adaylığa çok yakın, arkasındaki rüzgâr oldukça güçlü; kuşluk vakti Paris’ten yola çıksa kahvaltıyı Los Angeles Kodak Theatre’da
yapar, öyle diyeyim yani!
Bu güçlü oyunculuğu sergilediği filmin son derece
sıradan ve “izleyip unutulası” bir
film olması ise üzücü. Sorumluluk almaktan kaçan ve bağlanmaktan korkan sorunlu
bir eski boksörün, aşk ve sevgiyle değişen hayatı anlatılıyor. Beklendiği
üzere, “bu ilişki nereye gidiyor?”, “ben senin için neyim?” soruları gırla
gidiyor. Ama bir fark var: Filmin
başlarında, kadın karakter (Cotillard) talihsiz bir kaza geçiriyor ve iki bacağını da kaybediyor. Bu noktadan
itibaren film, bu kaybın sonuçlarını ve şanssız genç kadının hayatla barışma hikâyesini
anlatacakmış gibi yapıyor; ama bunu yaparken ortaya koyduğu iş son derece
üstünkörü ve tatmin edicilikten uzak.
Bu durum bana şunu hissettiriyor: Sanki bu sıradan
senaryo önceden yazılıp beğenilmemiş de, “kadın
başrol filmin başında sakat kalsın” fikri sonradan eklenmiş. (Hâlbuki öyle
olmadığını biliyorum.) Gerçekten de, çok etkileyici ve düşündürücü olan bu öğeyi
filmden çıkarsanız, elinizde kalan film o kadar düz ki, “bu yönetmen cidden A Prophet’in
yönetmeni mi ya?” diye iki kez kontrol etmek istiyorsunuz.
Aklınızda kalan tek şey Marion Cotillard oluyor; Fransız oyuncu tek bir karede pek çok
duyguyu aktarabiliyor: Bitmiş ve yitik; fakat mağrur ve tutkulu. Görünüşe göre 24 Şubat gecesi ödül törenini NTV’den izleyenleri çok zor bir gece
daha bekliyor!
10
üzerinden 5,5
Not:
Bu arada Tuğrul Bey’in önümüzdeki sene Jean
Dujardin’i Martin Scorsese’nin
yeni filmi The Wolf of Wall Street’te gördüğünde ne diyeceğini de çok
merak ediyorum!