Bazı filmleri konusu veya oyuncuları için değil, sadece
kamera arkasındaki yönetmeni, yazarı için merak ederiz ya. Hem iyi hem kötü bir
şeydir bu. İyidir çünkü söz konusu yönetmenin / yazarın kendine has ve sevilen
bir üslup tutturduğunu, seyirciyi memnun ettiğini gösterir. Fakat seyirci o
sanatçıdan hep aynı üslubu, aynı seviyeyi beklemeye başlar, yeni işlerini sürekli
eski klasik filmleriyle karşılaştırır hale gelirse, işte o zaman olumsuz bir
durum oluşur.
Tam şu noktada “Bu
parçada söz konusu yönetmenle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?”
deyiversem, ÖSYM “aaa güzel soruymuş kullanalım bunu” diye düşünür mü acaba?! Böyle
Nurullah Ataç tadında “üslup şöyledir
dil böyledir” muhabbetli bir giriş paragrafı yazınca aklım hemen ÖSS/YGS
yıllarıma gitti tövbe estağfurullah!
Ama ne diyeyim? Stoker’ı
yalnızca “Oldboy’un yönetmeni Park Chan-wook ilk Hollywood filmini çekmiş”
diye özetlenebilecek bir motivasyonla izledim. Ha, bir de filmin senaristinin Prison Break’in başrolünde oynayan Wentworth Miller olduğunu öğrenmem (şaka
değil) “n’oluyoruz lan” dedirtmişti.
Neyse ki filmi izledikten sonra her şey bir mantık
çerçevesine oturdu. Wentworth Miller’ın senaryosu tam olarak Oldboy hayranlarını hedefliyor
denebilir: Çok sevdiği babasının ölümüyle sarsılan genç India, birdenbire
hayatlarına giren karizmatik amcası Charlie ve sorunlu annesi Evelyn arasındaki
ilişkiye anlam veremez. Alın size bolca
gizemli ve hafifçe sapkın bir “aile draması”! Park Chan-wook ilk İngilizce
filmi için niye bu senaryoyu seçti anlamak güç değil.
Açık konuşalım. Oldboy’daki
ürpertici kararlılık ve tokat gibi çarpan olay örgüsü burada yok. (Miller’ın senaryosu
birçok keskin sürprizle dolu ama hiçbiri Oldboy
gibi “çarpmıyor”.) O filmin seyirciyi
120 dakika boyunca koltuğun ucunda tutan meraklı temposu da burada mevcut değil.
Fakat gene de ilk paragrafta bahsettiğim olumsuzluğu
buraya taşımak istemiyorum. Evet, bu film Oldboy
değil. Ama son derece atmosferik, ucuz
korkutmalara bulaşmadan germeyi başaran, inanılmaz güzel görsellerle dolu,
titizlik ve tutkuyla çekilmiş bir film. Gerçekten, Chan-wook’un kamerası karakterlerine
ve mekâna öyle bir aşkla, öyle nihai bir kesinlikle bakıyor ki… Nicole Kidman
muhtemelen Moulin Rouge!’dan beri
böyle güzel görünmemişti.
Sadece Nicole Kidman değil; gizemli amca Matthew
Goode, kısa ama akılda kalıcı bir role sahip Jacki Weaver ve hatta şimdiye
kadar izlediğim bütün filmlerinde son derece sinir bozucu olduğunu düşündüğüm
Mia Wasikowska da filmin ikna ediciliğine katkıda bulunan isimler arasında.
Stoker
bu yılın en konuşulacak, en çok spoiler muhabbeti çevrilecek, “doğuştan kült” filmi olabilecek mi
bilemiyorum. Ama yılın en sanatlı
filmlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
10 üzerinden 7,5