Uzay / bilimkurgu filmlerine – belki de çocukluktan kalan – büyük bir heyecan ve merakla yaklaşırım hep. Bilinmeyenlerle dolu bu devasa âlemin ölçülere sığmayan derinliği ve kopkoyu karanlığı hem korkutur beni, hem de garip bir biçimde tahrik eder.
Sırf bu yüzden Star Trek: Into Darkness da +1
puanla başlıyor gözümde. Bu pozitif önyargıda 2009 yılındaki Star
Trek’in etkisi de büyük tabii. J.
J. Abrams’ın ilk Star Trek
yorumunu izlediğim günü hatırlıyorum. Sinema salonuna “tamamen marka bilinirliğinin ekmeğini yemek için çekilmiş sıkıcı bir seri
filmi daha,” diye düşünerek girmiş; fakat akıllı ve ekonomik senaryosu, takım
ruhunu iyi yansıtan oyuncuları ve tutarlı görsel tasarımıyla tamamen tatmin
olmuş biçimde çıkmıştım.
Into
Darkness ise, takım ruhu ve etkileyici görsel
tasarım olayını çözmüş de, akıllı senaryoyu Kronos’a ışınlanırken durduğu ilk
Starfleet mola yerinde unutuvermiş sanki!
Aslında güzel başlıyor her şey. Kaptan Kirk, Mr. Spock ve diğer Atılgan mürettebatı neşe içinde evrenin dört bir köşesinde
maceradan maceraya koşarken (kendi içinde mini bir hikâye anlatan Indiana Jones stili bir aksiyon
sahnesiyle açılıyor film), elbette
Yıldız Filosu’nu yok etmeye ant içmiş psikopat bir terörist ortaya çıkıyor (Sherlock
Benedict Cumberbatch).
Soğukkanlı / dengesiz / acımasız, intikam peşinde
koşan / ders vermeye çalışan, abartılı tiratlar atmayı seven klişe kötü adam karakteri olmayan
aksiyon filmini Show TV bile yayınlamaya
tenezzül etmiyormuş diyorlar! (Onun yerine iki bölüm Pis Yedili
gösteriyorlarmış.) Nitekim bu filmin kötüsü de elinden geleni yapıyor, klişe iddialı kötü adam lafları gırla
gidiyor; fakat kısa bir sahnede de olsa gerçek bir duyguyu yansıtmayı başarıyor
Cumberbatch, aynı anda hem ürkütüyor, hem de kendisi için üzülmemizi sağlıyor.
Fakat filmin ortasına denk gelen bu dönüm noktasından itibaren her şey
tepetaklak gidiyor, olaylar mantıkdışı bir hızda gelişiyor ve yirmi dakikalık
bir Titanic göndermesinin (!)
ardından “bitti mi yani?” dedirten
bir sona ulaşıyor.
Bütün bu kuru
gürültü arasında kulağa hoş gelen melodiler de yok değil. Abrams, ilk
filmde oturttuğu karakterlerin arasındaki elektriği kullanmayı iyi biliyor.
Kirk ve Spock arasındaki “birbirini
tamamlayan uyumsuz ikili” ilişkisi, filmin hem duygusal, hem de komedi
yükünü sırtlıyor. Yaratılan mekânlar ve bu mekânların aksiyon sahnelerinde
kullanımı son derece etkileyici. Ayrıca orijinal serinin hayranlarını
sevindirecek pek çok gönderme mevcut (hatta gereğinden de fazla).
Into
Darkness, iyi vakit geçirten eğlenceli bir
bilimkurgu olarak iş görse de, ilk filmin tazeliğini ve keşif duygusunu aratan
bir devam filmi olmaktan kurtulamıyor.
10
üzerinden 6